Türkiye’nin Dönüşümü

Türkiye’nin Dönüşümü

Batı Avrupa ve ABD’ye fazla hayranlık beslemeyen yeni, daha muhafazakar ve dindar çoğunluk, giderek Türkiye`nin kamusal yaşantısına hükmediyor. Bu durum, ABD-Türkiye ittifakı açısından sorunlar yaratabilir de yaratmayabilir de. Türkiye’ni

Ross Wilson - ABD Eski Büyükelçisi

Midnight Express filminde sunulan “barbar ve kokuşmuş” Türkiye şeklindeki korkunç imajı anımsayın. Veya, Yunanistan’a ve Kıbrıs’taki Yunanlılara karşı, Ermenilerle veya bazen hemşeri Kürtlerle olan korkunç geçmişe ilişkin cüretkar bir tutum sergileyen Türkler… Veya, kendine özgü şekilde yapılan askeri müdahalelerle dolu bir ülke tarihi… Ya da, Ankara’nın lirasının Roma’nınkinden daha az değerli olduğuna dek varan ekonomik kötü yönetim karikatürü… Geri kalmışlık, acımasızlık, otoriterlik… Batı’da ve diğer yerlerde birçok kişinin zihninde Türkiye imajını şekillendiren öğeler halen bunlar… Ancak, hakikat böyle değil…

Söz konusu görüntüler, geçmişte hiçbir zaman doğru veya tam olmadı. Bugün ise, durum daha da farklı. Türkiye, derin ve uzun erimli bir değişim sancısından geçiyor. Bu noktada birbirini güçlendiren üç eğilim söz konusu: 'Göç, Ekonomi ve Politika.'


Göç: Sosyal ve demografik değişimler, Türkiye’nin kırsal veya en azından taşralı imajını yeniden şekillendiriyor. Bugünün Türkiyesi büyük, genç ve giderek kentli oluyor. 1990’da 56 milyon olan nüfus, bugün 75 milyonun üzerine çıktı. Türklerin %60’ı, 35 yaşın altında. 1990’lı yıllarda nüfusun %50’si kentsel alanlarda yaşarken, bugün söz konusu oran %75’e ulaştı. İstanbul nüfusu 1990 yılında 7,2 milyon iken, 2010 yılında 15 milyonun üzerine çıktı. Kasabadan köye, doğudan batıya doğru olan göç, Türkiye’yi, ekonomisini ve politikalarını yeniden belirledi.

Bu göçmenler, kırsal, daha muhafazakar ve çoğu zaman dindar yaşam tarzları ve genellikle farklı etnisiteleriyle, ülkenin karakterini değiştiriyorlar. Siyasi olarak aktif, yeni bir orta sınıf oluşturuyorlar ve yaşadıkları yerler açısından ekonomik bir rahatlama sağlıyorlar. Kendileri ve çocukları için daha iyi bir yaşam umudu taşıyorlar. Din ve değerler ise, fay hattını oluşturuyor. Bu “yükselişe geçen yeni çoğunluk” içinde birçok kişi, Türkiye’de on yıllardır norm haline gelmiş olandan ziyade, İslam’ın kentsel ve ulusal düzeyde kamusal yaşamdan daha az yabancılaşmasını umuyor. Başörtüsü meselesi, bunun bir örneğini oluşturuyor; ancak yine de tek örneği sayılmıyor. Tüm bu talepleri uyumlaştırmak ise, Türkiye’nin uzun vadedeki en büyük sorunları arasında bulunuyor.

Etnik boyut da önem taşıyor. Geleneksel olarak güneydoğuya egemen olan Kürtler de, bu sürece katıldılar. Bunun nedeni, kısmen, Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde kullandığı nüfus azaltımı taktikleriydi. Halihazırda İstanbul’da iki milyon ve üzerinde Kürt yaşıyor. Bunun sonucunda, “Kürt meselesi” artık sadece bölgesel değil, kapsam açısından ulusal bir nitelik taşıyor.

Göç, elbette kendi sorunlarını doğuruyor. Birçok kent, gerçekleştiremeyecekleri hizmet talepleriyle boğuluyor. Kente yeni gelen herkes de, kendilerine yeni yaşantılar kurmayı başaramıyorlar. İçlerinde Kürtlerin de bulunduğu ve Adana’da, Mersin’de, Bursa’da ve hatta İstanbul’da bulunan hoşnutsuz gençlere dair anekdotları duymuşsunuzdur. Türkiye ekonomisi bugün başarılı ancak son derece rekabetçi bir ekonomi niteliğinde. Ancak ekonomik durum kötüleşirse, geleceğe dair hayal kırıklığına uğramış beklentiler, hoşnutsuzluğu ve hatta isyanları fitilleyebilir.


Ekonomik Refah: Türkiye, uzun yıldır ekonomik anlamda kötü yönetim tablosu sergilemiştir. Yirmi yıl boyunca iki haneli enflasyon rakamları yaşanmış; 1995–2001 yılları arasındaki dönemde dolar karşısındaki kur, 45.000’den 1,65 milyona fırlamıştır. 20–25 yıl öncesinin hükümet liderleri, gece yarıları toplanıp, örneğin Türk limanlarındaki hangi petrol tankerlerinin yükünü boşaltacağına, hangilerinin bir gün daha beklemesi gerektiğine karar veriyorlardı.

Söz konusu Türkiye yerine, günümüzde, daha azimli ekonomik politikalar ve modernizasyonla karşılaşıyoruz. Yaşam standartları çarpıcı biçimde iyileşiyor. Türk ekonomisi, sadece on yıl içinde, neredeyse iki katı bir büyüklüğe erişti. Avrupa’ya, eski Sovyet ülkelerine ve geniş Orta Doğu bölgesindeki ülkelere yönelik ihracatlar önemli oranda arttı. Ülke içinde ve dışarıda iş dünyasının elde ettiği başarı, milyarder işadamlarını ortaya çıkardı. “Anadolu Kaplanları” olarak bilinen ihracat-odaklı girişimcilik, yeni refah, istihdam ve sosyal değişim alanları yarattı.

Geçmişte hükümetin kronik düzeydeki aşırı harcamaları bugün önemli oranda azaltıldı. Türk lirası, 2005 yılındaki bir reform sonucunda altı sıfırından kurtuldu ve istikrar kazandı. Döviz kuru oranı ise, o dönemden beri Dolar’a oranla 1,5 lira düzeylerinde kaldı. İş dünyasının ortamı iyileşti. Türkiye aniden ciddi oranlarda doğrudan yabancı yatırımı kendine çekmeye başladı. Söz konusu yatırımlar, sadece 2005 yılında, daha önceki on yılın toplam yatırımına eşit hale geldi. Devletin sahip olduğu varlıkların özelleştirilmesi sonucunda bu paranın önemli bir bölümü ülkeye çekildi; ancak Ford Motor’un 2010 yılında aldığı ve Türkiye’deki mevcut yatırımlarına 630 milyon dolar daha ekleyeceği yönündeki karar, bugün dünyanın on altıncı büyük ekonomisine olan güveni gösteriyor.

Türkiye’nin yeni bulduğu refahın aslında birçok “kurucu babası” var. 1980’li yıllarda Başbakan Özal, büyük ölçüde devletin sahip olduğu sektörü kaldırıp, hükümet denetimlerini gevşetip özel girişimi teşvik etmeye başladı. 1996 yılında AB ile gerçekleştirilen Gümrük Birliği sonucunda, girişimcilerin karlı Batı pazarlarına erişimi daha geniş bir çerçeveye yayılmış oldu; ancak bir yandan da rekabete açık hale gelmelerine yol açtı. Türkiye’nin 2001 yılında yaşadığı mali kriz, dönemin Başbakan Yardımcısı Kemal Derviş’in tasarladığı finansal, bankacılık ve diğer alanlarda geniş kapsamlı ekonomik reformlara öncülük etti.

Bu reformlar üzerine yükselen ve 2002 yılında seçimle gelen AK Parti hükümeti, yirmi yıldır süren iki haneli enflasyon rakamlarını sonlandırmak, mali dürüstlüğü yeniden kurmak ve bankacılık sektörünü güçlendirmek üzere güçlü politikalar tasarlayıp bunları uyguladılar. Öyle ki, güçlendirilen bankacılık sektörü, 2009–10 küresel krizi sırasında çok fazla etkilenmemiş oldu. Uluslararası Para Fonu IMF’nin on yıllardır “en iyi müşterisi” olan Ankara, 2008 Mayıs ayında geriye kalan son fon programını da tamamladı ve o tarihten bu yana herhangi bir şekilde geriye dönüp bakmadı.

Elbette ekonomik iyileştirmeler, yeknesak şekilde gerçekleşmedi. Türkiye’nin yüksek cari hesap açığı, sürdürülemeyen bir durumda ve ülkeyi, koşulları sıkılaştırılmış kredi karşısında kırılgan halde bırakıyor. Etkileyici istihdam yaratımı örneklerine karşın, işsizlik, halen %10 ve hatta daha üzerinde bulunuyor. Tekstil endüstrisi çöküşte... Eğitim alanında geriye düştü. Kısmen bu nedenden ötürü, gelir adaletsizliği ciddi ve belki de artan bir sorun olmayı sürdürüyor. Türkiye, kaydetmiş olduğu etkileyici gelişime rağmen, bazı göstergeler temel alındığında örneğin Doğu-Orta Avrupa’daki eski Sovyet bloğu ülkeleri de dahil olmak üzere birçok ülkenin gerisine düşmesine neden oluyor. Yine de, böylesi bir dönüşüm ortamı, son derece dikkat çekici.

Yeni Siyasi Paradigma

Türkiye’nin dönüşüm üçgeninin üçüncü ayağı, “politika”. Söz konusu alanda, başlıca sosyal ve ekonomik etmenler, değişim getiriyor. Geçici siyasi faktörler ise, ekonomi ve Türk toplumunu yeniden şekillendiriyor – bu şekillendirme, bazen, yeni düzenin nereye doğru gittiğini sorgulayanlar arasında gerilimlere neden olan şekillerde tezahür edebiliyor.

İş olanakları, refah vaadi ve Türkiye’nin yükselme eğilimine girmesi sonucu kentlere gelmiş olan ve yükselen orta sınıf, değişimin güçlü bir tetikleyicisi konumunda. Batı Avrupa ve ABD’ye fazla hayranlık beslemeyen bu yeni, daha muhafazakar ve dindar çoğunluk, giderek ülkenin kamusal yaşantısına hükmediyor. Bu durum, ABD-Türkiye ittifakı açısından sorunlar yaratabilir de yaratmayabilir de… Aynı şekilde, seküler devlet sisteminden din egemenliğinde bir devlet sistemine geçişe neden olabilir de olmayabilir de… Ancak, yine de birçok Türk, bu olasılıktan korkuyor. Bununla birlikte, söz konusu değişimin anlamı şu: Yönetimdeki bir grup, bu noktada öngörülemeyen siyasi, ekonomik ve sosyal sonuçlar eşliğinde bir diğer grubu gölgede bırakıyor.

Öte yandan, Türkiye’nin otoriter geçmişinin geri plana çekilmesi de önem taşıyor:

- Türkiye’nin AB üyesi olma hedefiyle bağlantılı reformlar, bu anlamda kilit bir rol oynadı –örneğin, işkencenin yasaklanması, ordu üzerinde sivil denetimin güçlendirilmesi ve yurttaşlara yerel meselelerde çok daha fazla söz hakkı veren yerel yönetişimdeki değişiklikler. Diğer anayasal ve yasal değişiklikler ile mevcut hükümetin hünerli politikaları, askeri müdahaleyi, ülkenin geleceği açısından en az olasılıklı senaryolar arasına yerleştirdi.

- 1999 yılında PKK liderinin Türkiye’ye teslim edilmesinin ardından PKK ile geniş ölçekli savaşın sona ermesinin ardından oluşan sakinlik, özellikle güneydoğuda daha normal bir sivil ortama katkıda bulundu. PKK ve diğer terörist şiddet kaynakları, o dönemden itibaren zayıfladı ve köprünün altından çok sular aktı. Ancak, sadece 1990’ların başında umut edilebilen sakinlik ortamı, şimdilerde norm haline geldi.

- Son 6–7 sene içinde, uzun zamandır “tabu” olarak kabul edilen meselelerin tartışmaya açılması (özellikle de Kürt meselesi ve “1915 olayları”), artık son derece yaygın hale geldi. Sadece birkaç ay önce adli tatbikata konu olabilecek eylemler (örneğin, binlerce Türk vatandaşının imzaladığı Ermenilerden özür kampanyası, Kürt dilinin kamusal alanda kullanımı veya Kürt liderlerinin bölgesel otonomi ve/veya federalizm yönündeki önerileri), şimdi son derece düzenli şekilde gerçekleşiyor.

Siyasi değişimin diğer tetikleyicileri ve yararlanıcıları ise, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve 2002 yılından beri ülkeyi yöneten AKP oldu. AKP, Türkiye’deki siyasi partiler arasında, Türkiye’nin dönüşümü sonucunda zincirlerinden kurtulan birçok siyasi eğilimden faydalanabilen ve bu eğilimlerin çoğunu kendi çıkarı için kullanabilen bir parti. Ana muhalefet partisi CHP, birçok Türk seçmen açısından “elitist” olarak görülmeyi sürdürürken, AKP ise, değişimin yararlanıcılarını kendine çekmek üzere dindar, milliyetçi ve liberal kanatları bir araya getiren bir kitle ve büyük çadır partisi olarak ortaya çıkıyor. Bunu yaparken elde ettiği başarı ise, güçlü ekonomik performansla birleştiğinde, seçim sandıklarında ona ödül olarak geri dönüyor. AKP, 2002 yılındaki ekonomik kriz sonrası yapılan seçimlerde oyların %34’ünü kazandı. Bu seçimler sonucunda, önceki hükümette yer alan tüm partiler tamamen parlamento dışında kalmıştı. AKP, 2004 belediye seçimlerinde %42’lik, 2007 parlamento seçimlerinde %47’lik, 2009’daki belediye seçimlerinde ise %39’luk bir oy potansiyeline sahip oldu.

Tüm bu siyasi eğilimlerin ise, kuşkusuz bazı sınırları ve içerdikleri zıt görüntüler var:

Kısa bir süre önceye kadar, polis güçlerine taş atan çocuklar adli tatbikata konu oluyorlardı. Güneydoğu’dan Kürt asıllı bir belediye başkanı, şimdilerde Başbakan Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle mahkeme önüne çıkıyor.

Kısa bir süre önce, doğudaki bir il olan Bayburt’un Rus ve Ermenilerden 93 yıl önce bağımsızlığını kazanmasına dair törenler, Türk medyasına yansıdı. Törenler sırasında, güya işgalci güçler tarafından çarmıha gerilen Müslümanlar’ın hali “yeniden canlandırıldı”. Tören, “çocuklar”a yönelikti; vali, belediye başkanı ve askeri komutan da katıldı. Dolayısıyla, tarihsel yaralara sahip olan sadece Ermeniler değil. Türkler, kin duygusunu körüklediği için söz konusu sahneyi eleştirdiler.

Her ne kadar Türkiye’de yaşayan ve sayıları son derece az olan Rum ve Musevi cemaatler, önceki yıllardan çok daha iyi konumda olsalar da, varlıkları pek de istikrarlı sayılmaz. Bu durum, özellikle de Türkiye’de yaşayan Rumlar için geçerli; keza bu cemaatin kaderi, kısa süre içinde, Konstantinopolis’te ve ardından da İstanbul’da 1600 yıldan uzun bir süredir varlığını koruyan Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin sonlandırılmasına neden olabilir.

Milliyetçilik ve –bölgeyi tanımayan biri için, yabancı düşmanlığına eşdeğer olan- “müstesnalık” duygusu halen başat rolünü sürdürüyor; süregelen göç hareketleri ve sosyal hoşnutsuzluklar sonucunda yaşanan çarpık yerleşimlerin ardından daha da güçleniyor. Atatürk’ün “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” şeklindeki sözü, halen ulusal dağarcığın bir parçası olmayı sürdürüyor. Bazen sansasyonlara meraklı medyanın da tetiklediği felaket senaryoları, bunun bir sonucu…

Devlet, halen Avrupa’daki duruma aykırı şekilde, gücü elinde bulundurmayı sürdürüyor ve özgürlük kültürü, Batı demokrasileriyle kıyaslandığında daha cılız veya en azından farklı durumda. Otoriterlik anlamındaki aşırılıklar sona ermiş değil. Hükümeti düşürmeye yönelik olduğu iddia edilen Ergenekon ve Balyoz darbe planları, bu gerçekliğe işaret ediyor. Bu planların faillerinin, soruşturmaya eleştirel yaklaşan gazetecileri tutuklamayı planladığı söylenirken, onlarca sanık da uzun süreli tutukluluklara konu oluyor.

Belli bir uzaklıktan bakıldığında, tüm bu olaylar eski Türkiye’nin unsurları gibi görünebilir. Bununla birlikte, tablo şu anda çarpıcı biçimde değişmiş bulunuyor. Belki de, en önemli nokta, Türklerin bu meseleleri kendiliğinden tartışmaya açmaları... Basın özgürlüğüne zarar veren bazı eylemlere karşın, hükümetin olduğu kadar polis ve askerin görevlerini suiistimal ettiklerine dair basının eleştirel yaklaşımı, halen gücünü koruyor. Ülkenin bu dönüşümü devam ettikçe, modern Türkiye’nin bu unsuru da önemini koruyacak.

Sonuçlar

Türkiye’nin sosyal, ekonomik ve siyasi değişimleri, ülkenin doğasını önemli ölçüde değiştirdi. Kitlesel düzeyden bakıldığında, ülke artık kendini çok daha başarılı hissediyor ve yeni elde ettiği başarılar, onu kendine daha da güvenli kılıyor. Türkiye, hâlihazırda masada kendine bir yer edinmek istiyor. İran’dan Filistin’e, Afganistan’dan Bosna’ya dek tüm meselelerde, Türkiye, bir aktör olmak konusunda kararlı görünüyor.

Üst düzey bir yetkili ise, tüm bunları farklı bir şekilde yorumluyor: 'Uluslararası ilişkiler söz konusu olduğunda, Türkiye, geçmişte olduğu gibi doğrudan bir nesne değil, özne olmak istiyor. Bu talep, partizan nitelikte değil –tam anlamıyla AK Parti hükümeti veya liderleriyle de bağlantılı sayılmaz. Başka bir deyişle, Ankara’nın İran, Orta Doğu, Balkanlar ve diğer yerlerdeki aktivizmi, sadece Başbakan Erdoğan veya Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun hevesleriyle ilintilendirilemez. Her ne kadar, son kertede onların hedeflerini yansıtıyor olsa da… Tüm bunlar, aslında yurttaşların istediği şeylerdir… Siyasi yelpaze içindeki seçmenler, hükümetlerinden, ülkenin çıkarlarını ilerletmeleri için çok daha aktif bir dış politika talep ediyorlar ve liderler de bu talebe yanıt veriyorlar.'

Türkiye’nin tüm bu heveslerini, sahip olduğu gerçek kapasiteleriyle nasıl uyumlaştırdığı da, bir başka mesele… Keza, Türkiye’nin hedefleri ve kimi konularda takındığı tavırlar için de aynı yorum yapılabilir. Ankara’nın 2010 Haziran’ında İran’a yaptırımlar uygulamak üzere bir araya gelen BM Güvenlik Konseyi’nde kullandığı “hayır” oyu, bunun bir örneği. Bir diğer örneği ise, Orta Doğu barış sürecinde kendine biçtiği rol ve ABD ilişkilerine zarar vereceğini bile bile, Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin çözülmesi…

Bununla birlikte, anlaşmazlıklar veya çatışmaların önüne geçilmesi imkansız. Ankara, Balkanlar’da Sırbistan ve Bosna – Hersek arasında önemli bir arabuluculuk rolü oynadı; o sırada Washington ve AB, dikkatlerini başka noktaya odaklamışlardı. Kısa bir süre önce, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Tunus’a yönelik bir Avrupa Konseyi misyonuna öncülük etti. Türkiye’nin çevresindeki demokrasi hareketlerine karşı takındığı tavır, yeni aktivizminin etkinliği ve potansiyelini imtihan etmesine yol açacak.

Türkiye’de yaşanan bu değişimlerin Amerika ve Avrupa’nın çıkarlarına yönelik doğuracağı etkiler ise, iki temel nokta üzerinde şekilleniyor:

Türkiye’nin bölgesinde ve dünya üzerinde müreffeh, demokratik, istikrarlı ve aktif bir ülke olarak ortaya çıkması, Amerika ve Avrupa’nın kökenleri 1947 Truman Doktrini’ne dek uzanan ve bu ülkeyi piyasa güçleri temelinde demokratik bir istikamete yöneltmeye odaklanmış çabalarının başarılı olduğunun bir yansımasıdır.

Türkiye, altmış yıl önce NATO’ya katıldığı günde ne kadar önemliyse, bugün de aynı derecede önemini koruyor. Aynı şekilde, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Körfez çevresinde yaşanan çalkantılar, bunun için uygun bir ortamı sağlıyor.

Türkiye’nin halihazırda yaşadığı değişikliklerin nihai destinasyonu henüz net olmasa da, ABD ve Avrupa’nın bu ülkeyi kendine yakın tutmak ve farklılıkların düşmanlığa dönüşmemesini sağlamak konusunda derin çıkarları mevcut. ABD açısından bunun anlamı, Türkiye karşıtı duyguları uzak mesafede tutmak ve Türkiye’yi kendi bölgesel dış politika planlama ve düşünme sürecine dahil etmek…

Türkiye’ye karşı saygılı bir tavır takınmak, anlaşmazlıkları ortaya çıktıkları an çözmek ve ABD’nin bu ülkenin iç dönüşümlerine dair ilgisini etkin şekilde temsil etmek, son derece hünerli bir diplomasiyi gerektirir. AB açısından ise, bunun anlamı, Ankara’yı yeniden katılım sürecine dahil etmektir. Orta-Doğu Avrupa’da olduğu gibi, geniş ve güçlü bir Avrupa topluluğu içinde olası üyelik havucunu bulundurmak, Türkiye’deki dönüşümleri liberal değerler ve hedefler doğrultusunda tutmak açısından güvenilir ve emin bir araç sunacaktır. Böylelikle, ortak güvenliğimiz için önem taşıyan Türkiye’nin transatlantik bağlantısının kalıcılığı sağlanmış olur. (Atlantik Konseyi)

 

* Büyükelçi Ross Wilson, halihazırda Atlantik Konseyi bünyesindeki Patriciu Eurasia Center’ın Direktörü’dür. Kendisi, 2005–2008 yılları arasında ABD’nin Türkiye büyükelçiliğini yapmıştır.

Kaynak: http://www.acus.org/publication/turkeys-three-transformations



Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

Yapay zeka teknolojisi finans sektörünün geleceğini belirlerken yasal düzenlemelerden hayata geçen uygulamalara kadar çok sayıda yenilik hem sektöre hem de son kullanıcıya fayda sağlıyor.

Teknoloji

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

E-ticaret platformlarında etkin şekilde kullanılan ve geçen yıl 5,39 milyar dolar pazar büyüklüğüne ulaşan yapay zeka tabanlı chatbotlar, 7 gün 24 saat e-ticaret kullanıcılarının sorularını yanıtladı.

Teknoloji

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin ilk yüksek çözünürlüklü yerli ve milli gözlem uydusu İMECE'nin uzaydaki birinci yılını tamamladığını duyurdu.

Teknoloji

Türk savunma sanayisi 10 yıla 13 havacılık motoru sığdırdı

Türkiye'nin havacılık motorlarında lider şirketi TUSAŞ Motor Sanayii AŞ (TEI), yaklaşık 10 yıllık dönemde 12 milli, 1 yerli olmak üzere 13 motora imza attı.

Teknoloji

AVRASYA BİR VAKFI BİLİM TEKNOLOJİ DERNEĞİ KONFERANSI (27 NİSAN 2024)

Üst düzey isim İstanbul'da dünyaya duyurdu! Hamas'tan İsrail'e tarihi çağrı

İlham Aliyev: Fransa, Hindistan ve Yunanistan, Ermenistan'ı silahlandırıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail ile ticaret tartışmalarına noktayı koydu: O iş bitti

ABD Başkanı Biden, İsrail ve Ukrayna'yı kapsayan 95 milyar dolarlık yardım paketini imzaladı

İsrail'in "konforlu mağduriyeti"

Meteoroloji'den 44 ile toz taşınımı uyarısı! Göz gözü görmeyecek

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Türkiye fırtınaya teslim! Çatılar uçtu, minareler devrildi

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Genellikle erkeklerde görülen akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti! İşte en önemli sebebi

Bakan Bolat'tan fahiş fiyat açıklaması: Rekabet kanununda değişiklik yapılacak

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı

İsrail, Lübnan'ın güney bölgelerini fosfor bombasıyla vurdu

AB liderleri İsrail'e saldırısı nedeniyle İran'a yaptırım kararı aldı

Yunan bakandan çarpıcı itiraf! Yerli savunma hamlelerine büyük övgü: Türkiye bizden çok ileride!

İsrail'in İran'ın nükleer tesislerini vurmasından endişe ediliyor

MHP lideri Bahçeli: Yeni bir dünya savaşı cinayettir

Vücutta kolay morarma o hastalığın habercisi olabilir!

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sıcaklıklar 30 derecenin üzerine çıkacak (Bu hafta hava nasıl olacak?)

TBMM açılıyor: Gündemde kripto para düzenlemesi var

Yerel seçim dünya medyasında: İstanbul 'büyük ödül', muhalefeti bekleyen tehlike

Avrupa bu itiraf ile çalkalanıyor... Polonya Başbakanı Tusk'tan savaş uyarısı: Hazır değiliz!

Yükleniyor